Yas Süreci ve 'Kesişen Hayatlar' Film Analizi
- Yas Süreci ve 'Kesişen Hayatlar' Film Analizi
Genellikle yas denince akla ölüm ya da ayrılık sonrası kayıplara bağlı oluşan ruhsal tepkiler gelir. Oysa yas herhangi bir kayıp ya da herhangi bir değişikliğe bağlı iç dünyamız ile gerçeklik arasında oluşan farklılaşmaya uyum sağlama çabamızdır.
Doğduğumuz andan itibaren başlayan ve hayat boyu devam eden kayıplara paralel olarak yaşantımızda değişiklikler yaşar, eski yaşantının yasını tutup yeni koşullara uyum sağlamak durumunda kalırız. Örneğin, bebek doğduğu zaman anne rahmindeki hayatını terk etmek zorundadır. Başka bir örnek ise bebek özgürce hareket edebilmesini sağlayan yürüme yetisini kazandıkça kucağın rahatlığını terk etmek zorundadır. Yeni kazanımlar için ödemesi gereken bedel eskiyi terk edebilmektir. Tüm bu geçişlerin güvenli bir ortamda olması bebeğin, sağlıklı yas tutabilecek kapasitede bir yetişkinliğe geçişini sağlar. Yitimlere uyum sağlayabilip, değişimi bir büyüme aracı olarak kullanabildiğimiz ölçüde yaşamımız tatmin edici olur. Aksi halde eskiye takılıp kalmış, tüm enerjisini yas sürecine harcayan, keder içinde bireyler olarak yaşamı sürdürmek durumunda kalırız.
Vamık Volkan’ın dediği gibi yaslarımız parmak izlerimiz kadar kişiseldir. Hem geçmişteki kayıplarımıza, kişilik özelliklerimize hem de kaybettiğimiz şey ile olan ilişkimize bağlı olarak farklı tepkiler veririz. Bu açıdan psikojenik bir yara olan yas, fiziksel bir yara gibi düşünülebilir. Örneğin küçük bir yara ile hemofilik hastanın sağlığının tehlikeye girmesi gibi geçmiş yitimlerinin yasını tamamlayamamış, baş etme becerileri görece sınırlı bir birey küçük bir yitim karşısında dağılabilir. Ayrıca enfekte olmuş bir yaranın iyileşmesinin temiz bir yaradan daha uzun sürmesi gibi, ambivalan duyguların ve çözümlenmemiş meselelerin olduğu bir ilişkinin yası, sağlıklı bir ilişkinin yasından daha zorlayıcı ve daha uzun süreli olabilir.
Yine de kişisel farklılıklara rağmen yas sürecinin temelde iki dönemi vardır. İlki kayıp ya da kayıp tehdidi ile başlayan kriz dönemidir. Kriz döneminde kayıp ile yüzleşmekten kaçınma amacıyla inkâr, bölme, pazarlık, öfke gibi dönemlerden geçeriz. Pek çok kişi ölüm gerçeğinin kabullenilmesinden sonra yas sürecinin tamamlandığını düşünür. Ancak yadsımadan kabullenmeye doğru giden süreç sadece yasın ilk aşamasıdır. İlişkinin bizi sürekli etkisi altında bırakmayacak bir anı haline getirilebilmesi için “ilişkiyi değerlendirme ve bırakma” aşamasını yani yasın ikinci aşamasını da tamamlamalıyız.
Genel olarak baktığımızda kayıp karşısında ilk tepki inkardır. İnkar şoku emer ve üzücü gerçekliği sindirmemize yardım eden bir tampon işlevi görür. İnkârın çözümlenmesinde bizi ölüm gerçekliği ile yüzleştiren kültüre göre değişen ritüeller (cenaze törenleri, başsağlığı ziyaretleri, mevlitler gibi ) yardımcı olur. Yadsımadan kabullenmeye doğru giden süreçte inkar dışında bölme, pazarlık, öfke dönemlerinden de geçeriz. Bölme döneminde kişi kaybı bir yanı ile kabullenirken bir yanı ile inkâra devam eder. Ölen kişiyi aramak için telefonumuza uzandığımız, sonrasında “ne saçmalıyorum” diye düşündüğümüz anlarda bölme iş başındadır. Yitim için farkındalığımız arttıkça pazarlık dönemi başlar ve kişi “bunu böyle yapmalıydım, şunu da yapmalıydım, şöyle yapmamalıydım” benzeri düşünceler içine dalar. Ayrıca yasın birinci döneminde az önce de bahsettiğimiz gibi öfke duygusuna da kapılırız. Çünkü istemeden bırakmış bile olsa birinin bizi terk etmiş olması nedeni ile öfke duymaya başlarız. Ancak toplumsal normların baskısı ile ölen kişiye öfkemizi dile getirecek mecra bulmakta da zorlanırız. Öfkemizi başkalarına yöneltmeye örneğin trafik kazası ile ölüm ise yola çıkmasına sebep olan kişilere yöneltebiliriz. Yahut tedavi ekibini yetersiz olmakla suçlamak gibi davranışlarda bulunabiliriz. Yadsımadan kabullenmeye giden süreçte inkâr, bölme, pazarlık, öfke gibi dönemler belirli bir düzen içinde sıra ile ilerlemez. Defalarca iç dünyamızda aşamalardan aşamalara geçişler yaparız. Vamık Volkan’ın benzetmesi ile söyleyecek olursak bu adeta bağışıklık kazanmak için yapılan bir dizi aşılamaya benzer.
Kabullenme sonrası yasın ikinci aşaması başlar. Yani ilişkiyi değerlendirme ve bırakma aşamasına geçilir. İlişkimizin bizim için ne ifade ettiğini, neyi kaybettiğimizi tam olarak anlayabilmek için ilişkimizin üzerine oturduğu temelleri gözden geçirir, mutluluk dolu anılarımızı, karşılanmamış beklentilerimizi, çözümlenmemiş meselelerimizi tekrar tekrar gözden geçiririz. Ve her şeyi olduğu haliyle kabullenene kadar gözden geçirme devam eder.
Yas ne zaman biter? Aslında bizim için önemli olan hiçbir şeyi tam olarak bırakamayız. Bu nedenle yası tamamlasak bile yıl dönümlerinde ya da o kişiyi anımsatan herhangi bir olayda ya da bizim için önemli herhangi bir zamanda o kişinin destek, onay veya takdirine ihtiyaç duyduğumuzda tekrar alevlenebilir. Ancak bu alevlenmeler işlevselliği bozmayacak düzeye geldiğinde yas pratikte tamamlanmış denilebilir. Yas tamamlandığında kişinin enerjisi, yaşama tekrar karışma isteği, başkaları ile yeniden ilişki kurma motivasyonu yerine gelir. Ayrıca kaybedilen kişi ile yapılan özdeşimler ve yas süresince yapılan içsel sorgulamalar ile kişi daha olgun hale gelir.
Ancak bazen yas komplike hale gelir. Bir kayıp sonrası yasın komplike hale gelmesini öngörmek tam olarak mümkün olmamakla birlikte bazı risk faktörleri tanımlanmıştır. Kişinin baş etme becerilerinin yetersiz olması, geçmişte tamamlanmamış yaslarının olması, kişinin başka stres faktörlerinin de bulunduğu bir süreçten geçiyor olması, kaybedilen ile çözümlenmemiş meselelerin olduğu bir ilişkinin varlığı, beklenmedik ani ölümler, genç yaş kayıplar, vahşice meydana gelen ölümler, çocuk kaybı gibi faktörler komplike yasa davetiye çıkarabilir.
Yas sürecine genel olarak değindiğimize göre artık filmimize geçelim. Filmimiz 'Kesişen Hayatlar (Circles) savaş döneminde bir askerin (Marko) bir sivile (Haris) saldıran arkadaşlarını durdurmaya çalışması ve onların saldırısı sonucu sokak ortasında vahşice katledilmesinden sonra Marko’nun babası, olaya tanık olan doktor arkadaşı, nişanlısı ve Haris’in yas sürecine odaklanıyor. Tüm karakterlerde çözümlenmemiş yas sürecinin devam ettiğini görmekteyiz. Elbette ki bunda vahşice ve beklenmedik bir ölüm olmasının payı büyük. Vahşice ölümlerde dünyanın güvenli bir yer olduğu yanılsamamız ağır darbe aldığı için bu tip ölümler ile baş etmek daha zorlayıcı olmaktadır. Ani ölümlerde de geleceği öngörebildiğimize, kontrol edebildiğimize dair aldanışımız hasarlanır. Bu sebeple ani ölümlerinde komplike yas halini alması olasıdır. Filmimizdeki ölüm bu iki kriteri de karşılayarak komplike hal almaya aday bir kayıp olarak karşımıza çıkmakta.
Öncelikle baba figüründen başlayalım. Evlat kaybı ile ebeveynlerin baş etmeleri oldukça zorlu olmaktadır. Çünkü ebeveynler bebeğin doğumundan itibaren onu korumak görevi üstlenirler ve onu koruyamadıkları yönünde yoğun suçluluk hissederler. Ayrıca bebek dünyaya geldiğinden itibaren gelecek planlarına her an dahil edildiği için aslında sadece sevdikleri birini kaybetmezler, aynı zamanda beklenen geleceklerini de kaybederler. Filmdeki babaya dönecek olursak olaydan önce güler yüzlü, sevimli bir ihtiyar olarak ekrana yansıtılan babanın olaydan sonra asık yüzlü, öfkeli, öz bakımı azalmış hali ile karşılaşıyoruz. Filmin başında babanın banyosunda sağlam bir şekilde asılı duran aynanın kırık görüntüsü babanın öfkesinin bir yansıması olarak yorumlanabilir. Ki öfkesini daha sonra yanında çalışmak için gelen katilin oğluna boca ediyor. Çocuğu defaten kovuyor, kovduktan sonra arkadaşının kasabaya geri bırakmasına bile izin vermiyor, sözleri ile aşağılıyor, ilk hatasında tokat dahi atıyor. Babanın önce evdeki eşyalara (kırılan ayna) ve kendisine (azalmış öz bakım) yönelmiş olan öfkesi çocuğun hayatına girmesi ile ona yöneliyor. Aslında gerçek öfke istemeden de olsa kendisini terk etmiş olan oğluna. Ancak bunu dillendirip kabullenene kadar öfke farklı mecralarda ifade buluyor. Ne zaman ki oğlunun doktor arkadaşı ile konuşurken oğluna olan öfkesini dile getiriyor (Oğlu için hayatını bir hiç uğruna boşa harcadığını söylüyor) ondan sonra babanın öfkesinde çözülme meydana gelmeye başlıyor. Çocuğun kendisine oğlunun mezarına giderken yardım etmesine izin veriyor, hatta mezarlık dönüşü evine alıyor. Hatta filmin başında Marko’ya unuttuğu sigarasını yetiştiremeyen babanın (ki ölüme sebep olan olayda sigarasını evde unutan Marko’nun son sigaraları alması sonucu Todor’un alacak sigara bulamamasına öfkelenmesi ile başlamıştı) evine gelen ve sigarasını unutan çocuğa sigarasını yetiştirdiği sahne sigarayı yetiştiremediği için kendisini suçlayıp öfkesini kendisine yönelten babanın kendisini de affettiği olarak yorumlanabilir. Yasının çözümlenmeye başlamasını sembolize eder bir şekilde çocuğa evin panjurlarını açtırıyor ve yas sürecinin tamamlanmaya başlaması ile boşa çıkan enerjisini hayata tekrar karışmasına kanalize edeceği anlatılmak isteniyor.
Haris (kurtarılan sivil) ise kurtarılmış olmanın dayanılmaz ağırlığı içinde kavruluyor. Nadya (Marko’nun nişanlısı) eşinin şiddetinden kaçtığında kendisine borçlu olduğunu düşündüğü Haris’ten yardım istediğinde onu garda karşılıyor, evinde misafir edip ona ev ve iş ayarlıyor. Ayarladığı ev için dahi mahcup “iki günde daha iyisini bulamadım” diyor. İş için Nadya işverene teşekkür ettiğinde işvereni “Haris’e teşekkür etmelisin” dediğinde bile Nadya’dan böyle bir teşekkür beklemediği için mahcup yere indiriyor bakışlarını ve iş için “sence uygun mu?” diye soruyor. Nadya’nın kocası onun alkolik ve çocuğuna iyi bakamayan biri olduğunu söylediğinde ilk kez Nadya’nın karşısında sorgulayan konumu aldığında Nadya’nın “Marko’nun başına gelenlerden sonra” diyerek durumunu izaha başlaması ile yine hemen başını öne eğiyor ve daha fazlasını sorma cesareti gösteremiyor. Nadya’nın eşi tarafından tehdit edildiğinde önce yalan ile durumu kurtarmaya çalışsa da bu şekilde halledemeyeceğini anladığında kendi eşini ve çocuklarını evden uzaklaştırıp, Nadya ve oğlunu da şehirden yollayıp tehditkâr eş ile yüzleşiyor. Yıllar önce onu kurtarmak için kendini feda eden Marko ile özdeşleşip Marko’nun emaneti saydığı nişanlısı Nadya için kendini feda ediyor ve öfkeli adamın şiddetine maruz kalırken tıpkı Marko gibi sessizce hiç karşı koymadan duruyor. Bu sahneden sonra yıllar öncenin diyetini ödemiş hissetmenin verdiği huzur ile evin penceresini açıyor. Bu sahne, tıpkı babanın evin panjurlarını açtırdığı sahne gibi yas sürecinin tamamlandığını sembolize ediyor. Bedel ödeniyor, ilişki gözden geçirilip defter kapatılıyor.
Nadya karakteri ise olayın olduğu yeri terk etmiş, yüzleşmekten kaçınıyor. Olaydan sonra başka bir yere göçmüş, orada adeta kendini cezalandırmak ister gibi kendisine kötü muamele yapan biri ile evlenmiş. İçindeki acıyı bastırmak için kendisini alkol ile yatıştırma yoluna başvurmuş. Eşinden kaçmak için gidebileceği tek yer eşinin girmesinin yasak olduğunu öğrendiğimiz olayın olduğu yer. Ancak oraya gitmek yerine Haris’in yanına kaçıyor. Orada da eşi tarafından bulununca Haris’in ısrarına rağmen olayın olduğu kasabaya gitmemek için önce oğlunun pasaportu olmamasını bahane ediyor. Ancak buna Haris’in çözüm olarak sahte pasaport ayarlayabileceğini anlayınca çocuğun fotoğrafının olmamasını öne sürüyor. Her türlü zorluğu yola koyan Haris’e rağmen yola çıkması gereken gün hazırlanmamış olarak evde beklerken görünüyor. Haris’in ısrarı ile yola çıkmayı kabul ettiğinde yani yası ile yüzleşmeyi kabul ettiğinde otobüste o zamana kadar bağlantı nesnesi olarak işlev gören yüzüğün anı nesnesi haline geldiğini görüyoruz. Bağlantı nesnesi genellikle ölüm anını ya da kaybedilen kişi ile son sahneyi sembolize eden bir nesne olarak seçilir. Nadya’nın bağlantı nesnesi de Marko’yu son gördüğünde onun tarafından hediye edilmiş olan yüzük. Bağlantı nesneleri ölümü sembolize ederek hem acının dışsallaştırılmasını, hem de kişinin ölüm karşısında yaşadığı çaresizliğe karşı kontrol edebildiği duygusu oluşturmaya yarar. Kişi bu nesnenin nerede olduğunu bilir istediğinde ona bakar, istediğinde onu göz önünden kaldırır. Ama bu nesneler gerçek işlevleri dışında yan işlevlerde kullanılır. Kişi bu nesne üzerinde tam kontrol sağlayarak kontrol edebildiği yanılsamasına darbe indiren ölümü bu şekilde kontrol etmeye çalışır. Nadya’nın da film boyunca bir kolye ucuna takılı duran yüzüğü sürekli bluzunun içine soktuğu görülmektedir. Ne zamanki yası ile yüzleşmeye karar verir, olay yerine gitmeyi kabul eder, o zaman yüzüğü kaybedilen kişiyi anımsatan anı nesnesi haline getirerek gerçek işlevinde kullanmak üzere kolyeden çıkarıp parmağına takar. Ve bununla birlikte onun da yüzünü otobüs penceresinden dışarı döndüğünü, yasını yaşayıp, tamamlayıp dış dünyaya tekrar açılmaya karar verdiğini görürüz.
Marko’nun doktor arkadaşını ise olaya tanık olma ve müdahale edememenin verdiği suçluluk duygusu içinde yasını tamamlayamamış olarak görmekteyiz. Kaderin cilvesi olarak Todor kaza geçirip doktorun çalıştığı hastaneye getirilir. İlk acil müdahaleyi isteksiz olsa bile yapar. Ama sonrasında bir ameliyat daha yapması gereklidir ve bu konuda vicdan muhasebesi içindedir. Todor’un yaptıklarından pişman olduğunu duymak istemektedir, ama Todor ona istediğini vermemekte kararlıdır. Ameliyattan önce Marko’nun babasından icazet alması gerekiyor hissi içinde yanına gider. Baba “O adam benim umurumda değil, bu Marko’yu geri getirmez ki” dediğinde ameliyatı yapma kararı alır. Ancak babanın dili ile içinin aynı şeyi söyleyemediğini babanın doktora alkol ikram etmesi ancak doktorun “Alamam, araba sürmem gerek. Yarın hastanede olmalıyım” demesi üzerine babanın verdiği tepkiden anlarız. Baba bu cevap karşısında yüzünü çevirir ve doktor mahcup olup başını öne eğer. Babanın son tepkisi üzerine ameliyatı yapmaktan vazgeçtiğini Todor ile konuştukları sahnede “Seni ameliyat edemem.” demesi ile anlıyoruz. Ancak aynı sahnede Todor’un “Senin derdin benimle değil, kendinle. Oradaydın ve arkadaşını kurtarmak için hiçbir şey yapmadın. Kılını bile kıpırdatmadın.” demesi ile suçluluk duygusuyla yüzleşir. Bu duygu ile yüzleştikten sonra yasını tamamlamaya başladığını, balkona çıkıp dış dünyaya açıldığını görüyoruz.
Tüm bu kişiler yas içinde kıvranırken Todor’un ise rahat tavrı dikkat çekiyor. Todor karakteri antisosyal özellikler gösteren bir narsistik yapı izlenimi veriyor. Savaş gibi hukukun ortadan kalktığı dönemlerde süperego baskısı hissetmeksizin kafasındaki narsistik füzyonun dağılmasına aşırı tepkiler vererek sigarasını bulamamaya karşılık Haris’in büfesini talan edip, öldüresiye dövmeye başlayabiliyor. Bu esnada da kendisini durduran Marko ile yine narsistik füzyonu darbe alınca tüm öfkesini Marko’ya yöneltip ölümüne sebep olabiliyor. Antisosyal özellikleri sebebi ile öngörülebilir bir şekilde içselleştirilmiş bir süperegosu olmadığı için vicdan azabı hissetmiyor ve kendisini “2 yıl hapis yattım, cepheye gönderildim.” diye düşünerek rahatlatabiliyor.
Görüldüğü üzere herkes kendi meşrebince kaybını yaşıyor, ilişkisini gözden geçiriyor ve yasını tutuyor. Kayıplarımızı onarabilmemiz ve yasın armağanı olgunlaşmalara kavuşabilmemiz dileği ile…
Uzm. Dr. Tuba Öğer
Psikiyatri Uzmanı